Seçimler, Değişimler ve Dönüşümler
Bugün için aklımda her ne kadar başka yazı konuları olsa da, Pazar gününden itibaren girdiğimiz dönemece kayıtsız kalmayı kendime yakıştıramadım. Politikadan fazla anlamam ve hazzetmem, fakat yaşadığımız ülkenin koşulları ve coğrafyası göz önüne alındığında hiçbirimizin apolitik olma lüksüne sahip olmadığını düşünüyorum. Bu Pazar, biz de çoğu aile gibi vatandaşlık görevimizi, güle oynaya, yerine getirdik.Seçim sonrası ortaya çıkan tablonun uzun süreli tartışma ve görüşmelere konu olacağı aşikar. Medyayı takip edebildiğim kadarıyla anlaşılan o dur ki; bu yaz sıcak çok sıcak daha da sıcak olacak ve ufukta erken seçim görünüyor. Fakat bana esas trajikomik gelen durum, dün muzaffer komutan edasıyla oy kullanan çoğu vatandaşın sabah piyasa açılısını ‘ Biz bir şey yaptık ama acaba piyasa buna ne tepki verecek, dolar ne kadar yükselecek ‘ tedirginliği ile beklemesiydi.
Beklenildiği üzere piyasalar bu durumu çok da sıcak karşılamadı ve ülkemizin güzel insanları bir kez daha değişim ve istikrar açmazı arasına kıstırıldı. Fakat bana esas saçma gelen, insanların, belirsizlik ve entropinin hüküm sürdüğü bir dünyada sosyal ve ekonomik hayatta istikrar beklentisi içinde olmaları ve bu uğurda karakterlerinden ödün vermeleri.
Şimdi, entropi nereden çıktı dediğinizi duyar gibiyim fakat biraz sabredin. Entropi’yi kısaca açıklamak gerekirse, ‘kainatta her şey kendini minimum enerji ile maksimum düzensizliğe çekmek ister’. Kısacası zamanla her şey yıpranır ve evrende düzensizlik artar. Örneğin, demir bir kaba sıkıştırılan gaz kendini dışarı atmak ister çünkü dışarıdaki gazlar daha düzensizdir. Aynı şekilde baskı altına alınmak isteyen toplumlar da baskıyı kırarak, daha düzensiz olmak ister. Einstein, izafiyet teoremini bulmuş olmasına rağmen, doğanın rastgele olduğu düşüncesinden hiç hoşlanmıyordu. ‘Tanrı evrenle zar atmaz’ sözü de bu görüşün uzantısıdır.Bizler her ne kadar, Nietzsche’nin değişiyle ‘güvenirliğin koltuk değnekleriyle’, istikrar arayışı içinde olsak da, tek yönlü süreçler daima sonun habercisidir, tıpkı yaşlanmak gibi. Sıcak olan soğur, katı olan buharlaşır sonuçta değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. İnsanlar da kapalı devre sistemlerinde yaşamadıklarından, etkileşim, devinim, iletişim, geri bildirim sayesinde dışarıdan aldıkları enerji ile belirsizlik ve düzensizlikten kaçamaz.
Bireyler özel sektörde ya da başka alanlarda, kendilerini bulundukları mevkilere istedikleri kadar güç ya da iktidar yanlısı ilişkiler ile zincirlemeye çalışabilir. Ya da liyakat taraftarı olmak yerine karakterlerinden ödün vererek bir parçası haline geldikleri kapalı devre sistemleri dışarıdan yalıtarak, sahte cennetler inşa edebilir. Fakat akıl ve eğitimle desteklenemeyen her ilişki türü yıkılmaya mahkumdur.
Her toplumda azınlıkta kalan ve pragmatik çoğunlukça küçümsenerek tepeden bakılan idealist bir kesim vardır. Ülkemizde de yıllardan beri aynı görüşü savunan ve kendi içerisinde tutarlı olan bireyler, alay konusu haline gelir hatta statükocu olmakla suçlanır. Fakat ülkemiz koşulları ve birbirinden keskin hatlar ile ayrılmış olan az sayıda parti sayısı göz önüne alındığında bence asıl alay edilmesi gereken, sırf hak etmedikleri çıkarları korumak uğruna her seçimde savrularak ilerleyen ya da işler bekledikleri gibi gitmeyince 5 yıl önce burun kıvırdıkları insanların safında yer alanlardır.
Evet, şimdilerde en büyük tartışma konusu seçimin kazananları. Partileri bir tarafa bırakırsak, bence her seçimin ve hatta genel olarak hayatın kazananı ya da en azından kaybetmeni aynıdır. İdeallerinden ödün vermeden pragmatik ilişkilerden çok bilgisi ve aklıyla ilerlemeye çalışan ve bu uğurda kısa süreli kayıplar yaşamayı göze alan, işler istediği gibi gitmeyince saf değiştirerek düne kadar müsamaha gösterdikleri kurumları saldıranları esefle izleyen bireylerdir. Çoğunluğun burun kıvırdığı hayat görüşünü tutarlılık içinde koruyarak tüm bu düzensizlik ve belirsizlik içerisinde yalnız kalma pahasına karakterinden ödün vermeden, kimseye tamah etmeden, aklını kullanarak gerçekçi yatırımlar yapanlardır. Çocuklarına bırakacakları tek mirasları şişkin bir banka hesabı ve dört duvardan ibaret olmayanlardır.
Zamyatin ünlü romanı Biz’de şöyle der : ‘Kıpırdamak benim için korkunç bir şey: neye dönüşeceğim? Bana öyle geliyor ki, herkes aynen benim gibi en küçük bir hareketten korkuyor. İşte şimdi, bunları yazarken, herkes kendi cam kafesinde çivilenmiş gibi oturuyor ve bir şeyler bekliyor. Bu saatlerde koridorda duymaya alışık olduğumuz asansör sesi, kahkaha ve adımlar duyulmuyor. Arada bir iki kişinin çevrelerine bakınarak, parmaklarının ucunda koridorlardan geçtiğini ve aralarında fısıldaştıklarını görüyorum… Yarın ne olacak? Yarın neye dönüşeceğiz ?’
İşte bence seçimlerden sonra cevaplanması gereken soru bu olacaktır. İster koalisyon, erken seçim, başkanlık ya da benim akıl edemediğim başka bir formül olsun, günün sonunda sistem şimdilerde idealist geçinen bireylere şu soruyu soracaktır. Elde etmeyi istediğin sonuca maddi kayıplar vermeden ulaşman mümkün olmayacaktır. Evet, değişim istiyorsun ve bu değişim eşyanın tabiatı gereği uzak ya da yakın bir tarihte gerçekleşecek. Fakat sen, bu çok istediğin değişim uğruna parandan, maddi ya da sosyal güvencelerinin bir kısmından fedakarlık etmeyi, çocuklarına daha güzel yarınlar bırakmak için bugününü az da olsa yakmayı göze alabilecek misin? Yoksa hep yaptığın gibi istikrar uğruna sisteme boyun eğip, kendi kendine söylenerek sosyal medyada ya da meydanlarda attığın sloganlar ile vicdanını aklamaya mı devam edeceksin?
Evet, değişim zamanı_ iyi ya da kötüye doğru da olsa_ er ya da geç gelecek ve en nihayetinde bir gün bir yerlerde ortak akıl kazanacak, kazanmalı… Fakat esas sorulması gereken soru, hep beklediğin o gün geldiğinde sen ne olacaksın, neye dönüşeceksin, ve ne kadar fedakarlık edeceksin?